İngilizce öğreniminde kişinin karşılaştığı ve ilk öğrendiği
4 bilinmeyenli bir denklemdir yani cümledir. Kişi bunu ezberlemekle işe başlar.
Adını+soyadını söyler ve mutludur. Oysa adı ve soyadını isteyen cümle “What is
your full name? dir. Buraya kadar her şey yolunda görünür ya sonra? Milliyetler
başlar. “I am Turkish.” Cümlesi 3 bilinmeyenli bir cümle olarak gelir. Öğrenen
ne yapsın ezberlemek yine ezberlemek durumunda kalır. Yazılış farklı okunuş farklı… Biraz kafa
dumanlanır ama ne yapsın. Bir ders böyle sürür gider. Öğrenen herhalde
öğrenmenin yolu bu deyip sabırla beklemeye başlar. Sonra sayılar ve renkler
gelir. Bunlarla nereye kadar nasıl konuşacaktır ve yine sabır. İşini soran “What
do you do? Cümlesinde işini söyler- karşısındakinin işini sorar. Mutludur. Yinede
sözcüklerin değişik okunuşu ve okunmadığı halde harflerin yazılması biraz
rahatsız eder ama devam eder ta ki harcadığı zamanın fazla, öğrendiğinin az olması bazılarının canını sıkar ve öğrenimden vazgeçer ve baş başa kaldığı
senetlerle ödemeye devam eder. Oysa bilmediği bir şey vardır. Alınmayan emeğin
ücreti yoktur. Herkes bunu bildiği halde “Değişik- başka bir yol var mıdır?" diye
düşünmez bile. Kişinin nasıl öğreneceği konusunda bilgi sahibi olması en doğal
hakkıdır. Ama bunu kullanmaz. Neyi nasıl öğreneceğini bilemez. Hani kendi
dilinde yazıldığı gibi okunsa ne kolay olurdu öğrenmek J. En önemli şeyin ses olduğunu
düşünmez bile oysa olay tamamen psikolojiktir. Türkçede de yazıldığı gibi
okunmayan sözcükler vardır. Örneğin: “şefkat” şevkat okunur. Sarımsak -sarımsak farklı
yazılsa da doğrudur. Burada vurgulanmak
istenen dilin kendi ve doğal oluşan kuralları vardır. Onları olduğu gibi kabul
etmek zorundayız ve sorgulamadan öğreneceğiz…
Yorumlar
Yorum Gönder