KUŞKU

Ders bitince yanıma geliyor ve izin istiyor ” Sizinle biraz konuşabilir miyiz? diye. Tam 2 saat hiç susmadan ders anlatan ben kıyamıyorum ve “ Buyur seni dinliyorum.” diye açılışı yapıyorum. Az buçuk ders sırasında izlediğim kadarıyla konuya yabancı değilim bir iki seçenekten biri oluyor konuşmalar. “Hocam, ben anlayamıyorum yoksa yapamayacak mıyım?” dediğinde “Ne tesadüf ben de seni anlamıyorum.” diye gülümseyerek konuşmaya devam ediyorum. Kafanda seni meşgul eden ne var? Anlat bakalım. Evet. Yanılmadım konu İngilizce değil. Aklı ya hasta olan yakınında ya da başka bir sorunda. Bu durumda anlaması da mucize. “İstersen ara ver daha sonra kendini iyi hissedince devam edersin” diye açık çek veriyorum ama bu önerimden mutlu değil. Kendisine kendimden örnek veriyorum. İnsan bulunduğu yere ve zamana uyumlu olmalı başka işleri dışarıda bırakabilmeli. Ya da o işi yapmamalı. Derse girince aklımda tek şey var sizleri yetiştirmek ve istediğiniz hedefe ulaştırmak. Bunun adı: Yaptığın işe saygı ve dürüstlük. Hasta olsam haklı bir gerekçeyle dersi iptal ediyorum. Acaba öğrenebilecekler mi?, Yeterince doğru anlatabilecek miyim ? kuşkusu hiç peşimi bırakmıyor. Bu da bana işime dört elle sarılmama sebep oluyor. Bu kuşkulara inat daha bir hırsla işe başlıyorum. Çünkü biliyorum ki amaç ve şüphe birlikte gider. “Kuşkularımız bizi hedefe daha çabuk ulaştırır. Ders ait olamayacak kadar kafan dışarıda olacaksa derse konu mankeni olarak katılmanı istemiyorum.” Karar ver! Dediğimde… Yüzü aydınlanıp “Devam “kararını yüksek sesle söylüyor. Bu mücadelenin sonucu ise kuşkuya bir sıfır galip gelmesi J

Yorumlar