Eskiden kalemler ve daktilonun tuşları vardı. İkisinin verdiği
haz farklı. Hele kurşun kalemle yazılanlar. Hata yapınca düzeltme şansı olan.
Birinde zarif bir tutuş varken diğerinde bas ya da vur gitsin havası. Uzun
yıllar yetişkinlerde gördüğüm kalemi boğma biçimi içimi acıtıyor. Kalem nefes
alamaz hale gelmiş. Ölüyorum diye bas bas bağırıyor ve ne yazık ki duyan yok! Biz
onu çok severdik. Ucunu açmak onu bir dost gibi görmek okul hayatımızın
vazgeçilmez bir parçasıydı. Sonra tükenmez kalemler çıktı etrafı kirleten
yazdın mı hatanı silemediğin. Çok sonraları uç kalemler çıktı yazarken “Daha
bir dikkatli olun! Diyen. Ne şiirler- hikâyeler ve mektuplar yazıldı onlarla.
Yazmak çok güzel bir duygudur okumak kadar. Öğrenci kalemle ne zaman tanışır? Herkes
bilir ki okul hayatı başladığı zaman ve bir öğretmenin ilk görevidir kalemin
nasıl tutulacağını öğretmek. Bunu gördüğüm her an doğrusunu gösteriyorum ama
alışkanlık olmuş bir kere. Çocuklarda ise olay farklı taklit etme
yeteneklerinden dolayı bir kere gösterdin mi hemen kapıyorlar. Dersimde renkli
kalemler kullandırmaya özen gösteriyorum ve renklerinde bir anlamı var. Örneğin
kırmızı. Hataları yok edersek hep doğru yaptığımızı sanırız. Hata yerinde
kalacak kırmızı doğruyu gösterecek. Doğrulara dokunup manzara kirliliği
yaratmıyoruz. El yazısı kişiye göre değişiyor ve kişilik tanımını anlatıyor. Şimdi
bilgisayarda yazılan yazılarda kendimizi ele vermiyoruz dersem yalan olur.
Sözcükler babalar gibi bizi açıklıyor. Eskiden oyun gibi yazı tarzımızı
değiştirmek çok hoşumuza giderdi. Şimdi sözcük tarzlarını bilgisayardaki alfabeler
belirliyor. Yazı çok önemli bir belge. Yazılarımız hikâyelerimizi oluşturuyor.Günlük
tutma olayı öncelikle kendimize bir anı… Yazmaya değecek günleriniz olması
dileğiyle…
Yorumlar
Yorum Gönder